Simurg’un Kanatları Altında
Vakıf geleneğimize ilişkin bir tarih coğrafyası
Yazan : İpek Atagün Gezener, Erdal Ozan Metin
2021 Mayıs ayında Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Tiyatro Genel Müdürlüğü ortak yapım projesi için oluşturulan reji metnidir.
Süre 15-20 dk olarak planlanmıştır.
Zümrüdü anka -Anlatıcı: (ecolu)
Nefes bir hediye
Yaşamayı öğret senden sonra gelene
İyilik, merhamet ver senden sonrakine,
İnşa et önce vicdan,
Bağışla önce sevgi,
Sev, sevebileceğin her şeyi.
Ateşi de külü de,
Konacak omzuna, dileyecek merhamet.
Bir yudum su, bir kuşun kursağıdır vicdan,
Sevmektir en büyük iman.
Dinle…!
Geçiş.
- A. / Anlatıcı: Kalbinde olanı unutma…Düşün…Ne bıraktılar sana? Doğduğunda ne buldun dünyada?
Oyuncu: Nefes…
Z.A. / Anlatıcı: Nefesle başladı her şey… Sonra?
Oyuncu: Sonra geçmişimi buldum. Tarihi. Benden önce geçilen yolları, aşılan dağları buldum.
- A. / Anlatıcı: Merak ettin…
Oyuncu: Merak ettim… Sabrı da selameti de merak ettim. Geçilmemiş yolları, aşılmamış dağları, doğanları sevdiğim kadar, göçenleri merak ettim.
- A. / Anlatıcı: Öğrendin.
Oyuncu: Öğrendim, öğrenci oldum.
- A. / Anlatıcı: Bu yer, bu gök, toprağın altında kaynayan su, gökte uçan şu kuş… Ne söyledi sana? Dinledin mi hiç? …. Dinle…
Tarihi karakterler, herkes, sahnede… Oyuncu ve Anka girer…
Ses:” İradene hakim ol, fakat vicdanına esir…”
Ses: Başkasını arama , çözüm sende…
Ses: Merhamet et. Yardımlaş…
Ses: Temiz bir vicdandan daha rahat bir yastık yoktur.
Oyuncu: Temiz bir vicdandan daha rahat bir yastık yoktur…
Z.A: O yastığın içi iyilikle doludur. İyilik… Şefkatin ve merhametin sözlüğüdür… Bazen duyduğun ses, bazen tuttuğun bir el, sildiğin bir göz yaşı, doyurduğun bir yetimle dolu, kutsal bir sözlük.. İyiliği anlatan o büyük sözlük… Sayfalarında saklı sözcüklerin içinde tarihler, coğrafyalar, çocuklar ve hayat saklı… Bak…
Valide Turhan Sultan görülür..
Oyuncu: O kim ?
Z.A: İyiliğin sözlüğünden kanlı canlı, tertemiz bir sayfa… Valide Turhan Sultan, IV. Mehmet’in. Annesi, Osmanlı’nın vakıf geleneğini bize miras kalan bir temsilcisi..
Oyuncu: Vakıf geleneği –
Z.A: Bu toprakların altındakilerin de üstündekilerin de sıkılmış yumrukları vardı. Yardıma muhtaç, yardıma muhtaçlığını bilmeyecek kadar aciz bir serçeyi tutar gibi, sıkı ancak nazik sıkıldı yumruklar, bu topraklarda. O avucun içinde bazen serçeler, bazen bir yeni doğanın serçe parmağı, ama hep iyilik, şefkat ve merhamet vardı. 1048 yılından Anadolu’nun bağrında Erzurum’da başlayan bu iyilik, merhamet, ötekine sevgi, berikine merhamet; Osmanlı İmparatorluğu ile büyüdü, alışkanlık bir tarihe dönüştü. Bak ve duy, düşün ve sev…
Sahne değişir…
Valide Turhan Sultan: 1653 yılında, Beşiktaş’ta bir çeşme yaptırdım. Kalsın istedim, kalmadı. Kalsın diye etmedim, ama temenni ettim. Bazen yaşlı bir muhacir, genç bir asker, evladı yitmiş bir anne, yavru bir kedi, ne ayağa, ne duvara muhtaç bir güzel güvercin su içsin istedim… İçtiler. Dârülkurrâ, sıbyan mektebi, sebil, başka çeşme ve türbe ile Mısır Çarşısı ardından geldi, kimisinden su içildi, kimisinin içinde kitap hatmedildi. Hepsi bir işe yaradı, alimlerin dediği gibi “ Miras, işe yarayan, insana fayda sağlayandır.”
Z.A ve Oyuncu girer… Ya da başka bir geçiş…
Oyuncu: (Tekrar ederek ) Asıl miras, işe yarayan; insana fayda sağlayandır.
Z.A: Bak ve duy, düşün ve sev…Mahpeyker Kösem Sultan..
MAHPEYKER KÖSEM SULTAN: Soranlar olur, siz koskoca Mahpeyker Kösem Sultansınız, sizin neye ihtiyacınız vardır diye… Vardır, gece rahat bir uykuya, gündüz de kalpten merhamet etmeye, görmeye ihtiyacımız vardır… Doğumdan ölüme, kısmetten kadere bir yolculuk ömür. Osmanlı, bir canlının ruhunun dinleneceği en muktedir duraklardan. Yolculuklar…savaşa, ticarete, ziyarete, hastalığa çıkıyor. Hacca gidenlere bakın, bu zahmetli yolun sonundaki o huşuya, o kısmete, peygambere yakın olmanın verdiği vicdan rahatlığına bakın…Bize düşen en muhtaç olunan anda ve yerde iyilik yapmaktır. 1640 yılında Resulullahın aşkıyla hac kendisine nasip olanlar için vakıflar kurduk. Bu vakıftan Şam güzergahından Hacc’a giden insanların su ihtiyaçları karşılanacak, yolda hastalananlar en yakın hastaneye nakledilecek, Mekke fukarası için her sene yüz adet gömlek ve aba satın alınacak…Hacc yolunda yorgun düşen kişiler, konaklara taşınacak ve her sene yüz adet tülbent ve yüz adet takke satın alınıp muhtaçlara dağıtılacaktır. Vakfetmenin komutanı vicdan, savaşı hayattır. İnsanın çeşidi, muhtaçlığın çoğu vardır. Kötülük insanı ayırırken, iyilik birleştirir. Zulüm nasıl çeşit çeşitse, iyilik birdir, birleştirir. Bir hadiste geçtiği gibi “ İnsanların faydalanacağı bir eser bırakan kimsenin amel defteri hiç kapanmaz”…
Oyuncu : İnsanların faydalanacağı bir eser bırakan kimsenin amel defteri kapanmaz..
Z.A: Tarihin sana yapılan en büyük iyilik… Bak..
Oyuncu, Sultan Aziz Han’a yönelerek…
Oyuncu: Peki siz ?
SULTAN AZİZ HAN: Ben Sultan Aziz Han.. Şimdi bilinen adıyla Darüşşafaka’nın bir aciz vakıfçısıyım…Eğitim, tedrisat her şeyden mühimdir. Eğitim ilk önce aileden, sonra katipten, kitaptan gelmektedir. Ailesi olmayana el uzatmak, bu kalbin, aklın borcudur. Cemiyeti Tedrisiye-i İslamiye adıyla vakfettik. İlk eğitim vakfı olan İznik Orhan Gazi Medresesinden sonra, biz de borcumuzu ödedik. Bu vakfın amacı; yoksul ve yetim çocukların eğitim-öğretimine destek olmaktır. İlimi, irfanı öğrenen insan, geleceği elinde tutandır. Çok şükür ki, pek çok Osmanlı Paşası ve aydını, okumuşu üye olmuştur.. Çünkü bu toprağın insanı bilir ki: İnsanların en hayırlısı , insanlara faydalı olanıdır.
Oyuncu:(Tekrar ederek )“ İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır”
- A. / Anlatıcı: Hayatı anlamak için insana bakmak gerekir. İnsana ve insanın yaptığına.
Oyuncu: Peki sen? Sen de mi tarihin sözlüğündeki bir kelimesin ?
Z.A: Bazen bir kelime, bazen bir şehir.. Bazen Ankara, Bazen İstanbul…
Fatih Sultan Mehmet, girer…
Fatih Sultan Mehmet: İstanbul… Rüyam.. Hayalim… Gerçeğim… Kalın surların var, zaruri bir ameliyatın neşterini reddeden kalın deriler gibi… Girmesem, öleceksin, hayat ver bana, ver ki yaşatayım seni… Toprağına değen üç denizin suyu, saksısından toprağını gözleyen bir çiçek gibi… İstanbul… İçin içine sığmaz, kalabalık bir sokak gibi… Her yerin insan… İyilik ve merhamet getiriyorum sana, izin ver gireyim aklına, yalvarırım al beni kalbine… İstanbul! ( Bir geçiş ) Önce aklına, sonra kalbine girdim narin İstanbul’un. Ama biliyordum, suru aşmak kolay, insanı yaşatmaktan. Biliyordum savaşı almak kolay, insan kalbi kazanmaktan. Biliyordum, düşmanı def etmek kolay, dost kazanmaktan. Tıpkı geçmiş atalarım, gelecek mirasçılarım gibi, kolayı seçmedim. Bir top gibi, namluya sürülen bir kurşun gibi iyiliği, şefkat ve merhameti, İstanbul’a bir halı gibi serdim, bin yıllardır tersanesinde zapt edilen ihtişamlı bir Osmanlı Gemisini, suya indirdim. Ne gayri müslüme, ne gayri müslümün fakirine, fukarına el sürdüm. İstanbul bizimdir, dünya insanın…Bazen yitenlerin göz yaşından dolan deniz, bazen kuru bir kursağa giren can suyu; kabardı, kabardı, bir damla değdi göğün gözcüsü Simurg’un, Zümrüd-ü Anka’nın kanadına. Bir tüy düştü o kanattan…
Bir tüy düşer — Ya da başka bir geçiş…
Oyuncu: Bu tüy..
- A. / Anlatıcı: Vicdanına düşen o tüy.. Yumuşak ve berrak… Ve O tüyle, İyiliğin, merhametin, bağışlamanın tohumları ekildi toprağa… Uykunun en tatlısından verilen zaman, aşın en tatlısından bağışlanan pay, bereketin, kısmetin, kaderin verilmesi bir diğerine… Nedir biliyor musun bunun adı?
Oyuncu: Nedir ?
- A. / Anlatıcı : Geleceği miras bırakmaktır, diğerine. Vakfetmek böyledir. Vakfın geleneği bu topraklarda kaynağına aşina olunan bir akarsu gibi akmaktadır. Ve unutma, denizi, nehri, çeşmeyi bağışlamak kolaydır, maharet yağmur suyunun altına koyulan bir tas kaba, gelen bir kuşun merhabasıdır…
Oyuncu : Peki bu tüy ?
Z.A: Bazen verilen bir hayat, bazen sıvazlanan bir omuz, bazen zamanın kendisidir… Bak..
Kişi: Aşsıza aş, sağlıksıza/hastaya/engelliye sıhhat, yürüyene yol.
Kişi: Gelene merhaba, gidene Allah’a emanet ol.
Kişi: Fakir ve garibe erzak, tatsıza şeker.
Kişi: Faydalı bir miras bırakmak.
Kişi: Ölünce toprağa gömülür insan, bir çiçek doğar içinden, bir kuş su içer kabrinden. İnan ki ecdat o zaman senden razıdır. Allah da.
Kişi: Vakfettim; önce gönlümü, atamın, dilimin, toprağımın yaptığı gibi.
Oyuncu: İnsanlar… Benim gibi..
Zümrüdü Anka : Nefes bir hediye
Yaşamayı öğret senden sonra gelene
İyilik, şefkat ve merhamet ver senden sonrakine,
İnşa et önce vicdan,
Bağışla önce sevgi,
Sev, sevebileceğin her şeyi.
Ateşi de külü de,
Ölümü de doğumu da,
Zümrüd-ü Anka yorulacak elbet,
Konacak omzuna, dileyecek merhamet.
Zümrüd’ü Anka’nın kanadından düşen o tüy,
Toprağın göğsüne yaslanan bir baş gibi,
Şefkat ve merhamet verecek insana ve insana ait olana..
Anka yok olur… Oyuncu elinde bir tüyle kalır…
Oyuncu: Peki sen kimsin, aklıma, cismime bu kadar soruyu bırakıp, cevaplar vermeden nasıl böyle çekip gidersin ?
Günümüz Vakıfçısı: Varacağı yere vardı, menziline ulaştı Zümrüd-ü Anka..
Oyuncu: Zümrüd-ü Anka.. Küllerinden doğan o muhteşem kuş… Peki bu tüy?
Günümüz Vakıfçısı: O tüy, Zümrüd’ü Anka’nın kanadından , yeryüzüne dökülen gökyüzü.
Oyuncu: Masal gibi…
Günümüz Vakıfçısı: Gerçeğe en çok ne benzer ?
Oyuncu: Mucizeler..
Günümüz Vakıfçısı: Mucizeler… Anka, yeryüzüne ekilen gök yüzüdür, kanatsızlara uçmayı bahşeden ise, iyilik ve sevgi.. Hayat nedir ?
Oyuncu: Zaman..
Günümüz Vakıfçısı: Bir zaman dilimi.. Bir aralık.. Gece yatmadan, ecel canı almadan gözlerin önünden geçen o görüntüler iyilikle, merhametle, sevgiyle dolansın diye Zümrüd-ü Anka, gökten o tüyü bırakmış yeryüzüne. O tüy büyümüş, çoğalmış. Vicdan denilen yastığın içine girmiş, insana en huzurlu uykuyu bahşetmiş, şefkat ve merhametin, iyiliğin ve sevginin uykusu…Simurg’un bize bahşettiği o tüy, Anadolu’da vakıf geleneğine dönüşmüş… Yolculuğunun 7 vadisi, binlerce vakıfa… Her musibet, hayra; her yok, vara kavuşmuş… İnsan, Anadolu’da huzurlu bir uykuyu; vicdanı, iyiliği, merhameti, asırlardır paylaşmış, paylaştıkça iyiye, güzele ulaşmış… Anadolu, vefalı bir baş, gökten düşen bir tüy gibi konmuş, vicdan denilen yastığın üzerine… Geceyi, sabaha, zengini fakire, eksiği tama böyle bağlamış.. İyilikle…
SON.